Dizideki Nezahat’in tam tersi
Sinemanın Altın Portakal ödüllü oyuncularından biri Lale Mansur. Sanatçının, temel hak ve özgürlükler alanında da rol oynaması gerektiğini savunuyor. Düşünceye özgürlük kampanyasına verdiği destek bu düşüncesinin bir uzantısı. Hatırla Sevgili'de canlandırdığı Nezahat karakterinin tam tersini düşünün, işte Lale Mansur o.
“Bu ülkede bir takım şeylerin düzelmesi için önce sorunların tartışılabilir olması gerekir. Düşünceye özgürlük kampanyalarında o yüzden varım. Kendimi solcu, aydın, entelektüel olarak tanımlamıyorum. Bu kültürün içinde büyüdüm ben, buraya aidim. Medeniyet denen şeyin kendi ülkemde olması için elimden geleni yapıyorum. Her şeyden önce insanları, doğayı, hayvanları seviyorum. Yaşama saygım var”.
Ölçülü bir öfkeyle giriyor söze Lale Mansur, mutsuzluğunu gizlemeye gerek görmüyor. Oysa işse iş, başarıysa başarı: Televizyonun ilgiyle izlenen dizisi Hatırla Sevgili’deki oyunuyla göz dolduruyor. Bir oyuncu, zevkle oynadığı bir rolün izleyicisinde de benzer duyguları uyandırdığını, sevildiğinşi, bu sevginin çeşitli biçimlerde kendisine yansıdığını hissettikten başka ne ister? Histen öte Lale Mansur’unki, biliyor da ama bu bilgi yetmiyor ona. Her şey tam da yolundaymış gibi giderken Hrant Dink’in öldürülmesiyle derin bir kedere kapılmış. Dahası “katile poster”le yıkılmış: “On gün geçmeden ortaya çıkan fotoğraflardan utandım. O fotoğrafları kimin sızdırdığının konuşulması daha da feciydi. Asıl soru şu olmalı: 'Biz bu hale nasıl geldik?' İki jandarmayla iki polisin yerini değiştirince hiçbir şey olmuyor. Bir şeylerin düzeleceğine dair tüm ümidimi kaybettim."
Oysa sanat gündelik olanın içinde geleceğin ipucunu yakalar; kötümser değildir. O yüzden "İnsandan ümit kesilmez" ve "ümitsiz yaşanmaz." Endişeyle karşılık veriyor Lale Mansur: "Her yere Türk bayrağı asılıyor. Bu kadar mı korkuyoruz? Bu kadar mı emin değiliz buranın Türkiye olduğundan?"
DP Milletvekilinin apolitik eşi
Kaygı, temel motivasyon unsurlarından biri Lale Mansur’un. Devlet Opera ve Balesi’nde başbalerinlikten oyunculuğa uzanan sanat yolculuğunda, oynadığı rollere yaklaşımında hep bunun izi var. Hayatımın aşkı dediği eşinin (Cem Mansur) Londra’ya taşınması gündeme gelince aşkla bağlandığı baleyi bırakmış. Oyunculukta karar kıldığından bugüne geçen 16 yılda canlandırdığı rollerde başarıyla yarattığı karakterlerde toplumsal sorunları işleyen, özellikle de kadınlık durumuna vurgu yapan bir tavırla çıkmış hep seyircinin karşısına: Özgüveni tam, güçlü, cesur, teslim olmak yerine mücadeleyi seçen, gerektiğinde başkaldırmaktan asla çekinmeyen ve tabii dişiliğinden de vazgeçmeyen kadın. Hep mi böyle, hep muzaffer kadın mı?
Lale Mansur’un şimdilerde 1960 askeri darbesini yeniden gündeme getiren Hatırla Sevgili adlı dizideki rolü, tam da bu tarif edilene uygun. Dizide Demokrat Partili bir milletvekilinin siyasetle pek de ilgili olmayan karısı Nezahat karakterini canlandırıyor. Rolü hiç düşünmeden kabul etmiş Lale Mansur. Rolünden çok senaryonun bütününe inanmış: “Türkiye’de, televizyon tarihinde ilk kez, çok önemli bir dönem yeniden gündeme getiriliyor. Ben 1960'ta neler olduğunu Can Dündar'ın Demirkırat belgeselini seyrettikten sonra fark ettim. Birçok kitap okudum. Başka şeyler olduğunu zannediyordum. Şaşırdım, çok utandım. Sürekli aynı senaryoyu yaşıyor olmamızdan çok etkilendim. Çok kötü hissettim kendimi. On yılda bir darbe olmuş."
Sözlerinde yapmacıklık yok. İçtenliğini, rolünü yaşarken öğrenme halini, oynarken izleyicisine de yansıtmış. Dizinin genç seyircide merak uyandırdığını, döneme ilişkin bilgi edinmelerine vesile olduğunu düşünüyor, mutlu olduğunu da saklamıyor: “Genç kuşak dizi hakkında konuşurken “60 darbesi” diyorbugün. Şanar (Yurdatapan) Agabeyim, 80 darbesinde “bu demokrasiye dönüş değil, darbedir” dediği için 10 yıl ülkesine dönemedi. Bu ilerleme midir, şaka mıdır, nedir? Artık siz düşünün.”
Nezahat, Lale Mansur’un zıddı
Lale Mansur’un sözlerinden, dizilerin sihirli değnek gibi her sorunu çözeceği anlamı çıkmasın. O da farkında konuşmanın aldığı seyrin ve hemen bir muhalefet şerhi düşüyor: “Çok tuhaf bir toplum haline geldik. 80 darbesiyle ilgili insanlar, Babam ve Oğlum’un hikayesinin ardındaki sistemi sorgulamak yerine, “ağladın mı, ağlamadın mı”yı konuştu. Biz 60’larla ilgili ciddi bir iş yapıyoruz, ama bazen öyle tepkiler geliyor ki insanın şapkası uçuyor. Adanın ne kadar güzel olduğundan dem vuranlar mı istersiniz, o zamanın kravatlarının ince olduğuna dikkat çekenler mi”
Hatırla Sevgili’de canlandırdığı Nezahat karakterı donemin politik atmosterı içinde tipik bir Türk kadını. Kocasını çok seviyor, o kadar. Çevresinde olup bitenler karşı ilgisiz. Lale Mansur'u tam zıddı ve sanatçı, gerçek hayatta epey bir Nezahat tanıdığını eklemeden edemiyor. Dizide, eşinin hapse girmesi ve yaşadıklarıyla Nezahat'ın hayatı altüst oluyor. O güne kadar para harcama konusunda da son derece rahat davranan ev kadını Nezahat’a hayatın acı sillesi, paranın ne olduğunu, nasıl harcanması gerektiğini yavaş yavaş öğretiyor. Senaryonun akışı, Nezahat'ın giderek sanatçının kendisi gibi güçlü bir kadın karakterine dönüşeceğini gösteriyor. Lale Mansur'un bu rolü kabullenmesinin altında yatan giz de bu olmalı: "Küçük kızı büyüdüğünde Nezahat, cezaevi kapılarında bekleyen annelerden biri olacak. Onun yerinde olsam ben de ailemi geçindirmeye çalışırdım. Farklı bir dönem. Başka türlü olabilir miydi bilmiyorum.
Dediğim gibi o, döneminin tipik kadını; bugünle arasında çok fark var. Dolayısıyla yargılamıyorum onu."
Dizinin çekimleri sırasında yaşadıklarından çok etkileniyormuş Lale Mansur. Haksız sayılmaz. Çekim seti, zaman tüneli gibi. Bazen çok zor oluyormuş. "Mahkeme sahnelerinde birebir kurulmuş bir sette hepimiz çok kötü olduk. Duruşma tutanaklarını okudum, dudağım uçukladı öğrendiklerimden; dehşet içinde kaldım. Yassıada'da Demokrat Partili milletvekilinin çekilen fotoğrafları basına açık artırmayla satılmış. Diğer gazeteler de bunun böyle olmaması gerektiğine ve fotoğrafların kamuya ait olduğuna dair ilan vermişler. Ülkemizde bir şeylerin değişiyormuş gibi görünüp hâlâ hiçbir şeyin değişmemiş olması beni çok üzüyor."
Hep aşk vardı!
Şimdiki rolünün gereği gözyaşları dinmek bilmiyor Lale Mansur'un. Bu durumu oyunculuğun şizofrenik yanına bağlıyor. Oyunculuğa aşkla bağlılığın sonucu bu. Güç oyuncu olmuş Lale Mansur, oyunculukta karar kılması sancılı epeyce.
"Aşk benim için her zaman önce gelmiştir" diyor. Hırslarının esiri olmaktansa mutluluğun peşinden koşmayı tercih ediyor yine de. "Ben, dansı bırakırken de tamamen özel hayatımın o anda beni getirdiği yerde karar verdim. Duruma göre özel hayat öne geçer benim için. Önde olan aşktır. Yaptığım işleri seviyorum. Bu bir hırs mı bilmiyorum. Bütün yarışmam kendimle. Bilmem kime göre daha meşhur olmak filan değil."
Eşi Cem Mansur ile Londra'ya taşınıp "danssız bir hayata başladığında, hiçbir şey yapmadan evde oturan bir kadın olmayı kabullenememiş. Ancak ne istediğine de tek başına karar vermesi güç olmuş. "Ne istediğimi bulmak için bir yıl psikiyatra gittim" diyor. Bu deneyimi sırasında üniversitede dört yıl psikoloji okuyup dans terapisi yapmayı bile düşünmüş. Sahne tozu yutmuşluktan olsa gerek, bir gün "Ben neden oyunculuk yapmıyorum?" demiş kendi kendine. İstediğini bulmuş nihayetinde. Balerinken aldığı roller de dramatik yanı ağır basan rollermiş hep. Oyunculuk sanki hep bildiği, ama bildiğini bilmediği bir içgüdüymüş ve danstaki tutku ve heyecanı oyunculukta bulacağını hissetmiş. "Çok doğru karar vermişim. Ben bir iş yapmayı bilmiyorum. Ama âşık olduğum işi yapıyorum" diyor heyecanını gizlemeden.
Hem o, hem diğeri olmak
Kendini sözsüz, hareket diliyle ifade ederken, davranışların yanı sıra sözün de etkili olduğu bir alana geçmek, "geçtim, oldu" denecek kadar basit ve kolay değil elbette. O da yeni bir geçitten böylece geçmiş: İstanbul'da diksiyon dersleri almış. Konservatuarda derslere girmeye başlamış. Kendini eğitmeye çalışmaktan hiç yılmamış. 1992 yılında BBC Televizyonu tarafından çekilen ve Yaşar Kemal'in yaşamını konu alan, yönetmenliğini James Runcie'nin üstlendiği belgesel yapım "Childhood" Lale Mansur'un ilk oyunculuk deneyimi olmuş. Bu filmden kazandığı parayı da Los Angeles'da Eric Morris Actors Work-shop'ta oyunculuk derslerine harcamış. Döndüğünde oynadığı "Düş Gezginleri"ndeki rolüyle de Altın Portakal kazanmış. Ani gelen ödülü o, tevazudan, şansa bağlıyor. Lezbiyen bir fahişeyi canlandırdığı "Düş Gezginleri"ndeki rolü aranan oyuncu kılmış Lale Mansur'u. "Ben iş arayacağıma işler bana gelmeye başladı" diyor espriyle. "Bu dönemde Türk sinemasının aranan orospusu oldum." Önceleri, sorunlu kentli kadın rolleri bekliyormuş oysaki ve sürpriz olmuş. Bu noktada oyunculukta da kullanılan bir psikiyatri yöntemini uygulamakta duraksamıyor: "Biri voice dialogue (sesli diyalog). Birçok kişiden oluştuğumuz varsayımıyla yola çıkıyor. Herkesin gündelik hayatında önde kullandığı bir tarafı var. Çok sevimli biri ya da çok aksi biri olabilir. Herkesin ilk bakışta görünen bir tarafı var ama içimizde diğer alternatifleri de taşıyoruz. Tüm bu kişiliklerin hepsinin sesleri var. Bu psikiyatride kullanılan bir tedavi yöntemi. Nasıl ki bir ressamın elinde bütün renkler vardır, oyuncu olarak bütün bunların elinizin altında olması gerekiyor. Yeri geldiğinde seksi, yeri geldiğinde duru."
"Amerikalı"
Lale Mansur'un ilk işi, hangi rolü oynuyorsa onu sevmek oluyor. O yüzden rol ayrımı yapmıyor. "Ama yine de 'Amerikalı'nın yeri ayrıydı" diyor. Daha oyunculuğunun henüz emekleme evresinde Şener Şen'le çalışmaktan çok şey öğrenmiş. "Şimdi olsa ne biçim oynardım" diyor. Mahinur Ergun'la çalıştığı Çatısız Kadınlar, Şaşıfelek Çıkmazı gibi diziler de iz bırakmış yaşamında. "Feminist bir damarı var bütün bu rollerin" diyerek basıyor kahkahayı. "Bana gelen senaryolar arasında bunları seçiyorum. Mahinur'a çok inanırım, çok iyi yazar. Projenin dünya görüşü, kadına bakışı çok önemli."
Oyunculuğunu tiyatroda da konuşturuyor Lale Mansur. David Mamrnett'in "Oleanna" adlı oyunuyla tiyatroya başlamış. Kubilay Tunçer'in "Olağan Mucizeler”ini Türkiye'de uzun süre oynadıktan sonra Edinburgh Festivalinde ve Londra'da birer ay İngilizce olarak oynamış daha sonraları. Ancak Oleanna, bir kadın karakter olarak bir hayli etkilemiş, hatta değiştirmiş Lale Mansur'u. Öğretmeniyle anlaşmazlıklar yaşayan bir üniversite öğrencisiymiş Oleanna. "Çok sert bir kadındı. Ben de çok zor hayır diyebilen bir insanım. O rolü oynaya oynaya insanları incitmeden hayır demeyi öğrendim. Biraz beni de değiştirdi. Bunun dışında Nasıl Evde Kaldım adlı dizide oynarken Melsa'nın etkisinde kaldım. Çok şuursuz bir kadındı. Gitgide o şuursuz tarafım beni ele geçirdi. Sevdiğim bir roldü. Şu olsaydı ne yapardı diye düşünürken yavaş yavaş sizi ele geçirmeye başlıyor o karakter."
Şu sıralarda Aksanat'ta Işıl Kasapoğlu'nun yönettiği "Antiloplar”da Cüneyt Türel ve Bekir Aksoy'la aynı sahneyi paylaşıyor Lale Mansur. Beyazların Afrika'ya yardım etmek için gidip orayı nasıl sömürdüğünü anlatan oyunu, bir anlamda "zenci" saydığı bir ülke olan Türkiye için de çok anlamlı buluyor: "Ben Afrika'ya tesadüfen gittim, âşık oldum. Döndüğüm günün ertesi sabahı bu oyun teklif edildi. Dünyanın her yerinde zenciler var. Bu bir soyutlama. Ülke olarak da zenciyiz. Kadınlar zenci, azınlıklar zenci."
“İnşallah çenemi tutmayı öğrenirim”
Bu ülkede en sıkıldığım şey herkesin her şeyi yapıyor olması. "Köşe de yazarım oyunculuk da yaparım." Eğitime saygı yok. "Ben yaptım oldu" şeklinde yaşanan bir hayat. Bazen olmadık teklifler geliyor: "Bir program var, gelip resim yapacaksınız" diyorlar. "Hayır efendim yapmayacağım" diyorum. "Bırakın ressamlar, bu işe hayatını verenler yapsın." Oyunculukta da önemli bir tartışma konusu. Mankenden oyuncu olur mu? Ben de balerindim, gittim eğitimini aldım, oyuncuyum şimdi. Eğitimin yanında yetenek de önemli. Aslında oyunculuk için de balede olan şey geçerli. Çok yeteneklisin diyelim ki, o zaman al kızım bale ayakkabılarını, oyna Kuğu Gölü'nü. Bunun bir eğitimi var. Hiçbir zaman çalışmadan çok iyi oyuncu olamazsın. Benim için sanatçılık bir mertebe.
Kendimi işini çok iyi yapmaya çalışan, ülkesinin ve dünyanın sorunlarıyla ilgili olan bir insan olarak görüyorum. Hiçbir şeyi yargılamamayı çok isterdim. İnsanın hayatta bir duruşu olmalı. O duruş içinde de ermiş demeyeceğim ama lüzumsuz şeylerden arınmak isterdim. Mesela egom çok düşüktür. Ben zarar vermeyeyim de önemli olan o. Aklımı kullanıp daha az zarar görmeye çalışırım. Seneler geçtikçe görüyorum ki birtakım şeyleri yavaş yavaş halledebiliyorum. Kendimden daha fazla memnun olmak isterdim. Neysen o olmak, sahicilik çok önemli. İnşallah çenemi tutmayı da öğrenirim. Derdimi kimseyi kırmadan doğal olarak ifade edebilmek çok hoş olabilir.
"İyimser ve güler yüzlü bir çocuktum”
Çocukken çok maymun iştahlıydım. Piyano çalayım, onu yapayım, bunu yapayım derken bir gün de bale geldi aklıma. "Tabii, tabii" dediler, "Buyur yap." Baleye başladıktan sonra iş ciddiye bindi. Sonra babamla bir anlaşma yaptık. Hiç sınıfta kalmazsam konservatuvara devam etmeme izin verecekti. Ben de sözümü tuttum, o da. Zaten mezun olduğum sene de baş balerin olarak oynamaya başladım. Babam generaldi. Ben doğduğumda 56 yaşındaydı. Ha gayret dedem olabilirdi. Çok mutlu bir çocukluk geçirdim. Annemle babam birbirine çok âşıktı. Sevildiğimi biliyordum. Çok mutluydum ve çok şanslıydım. Babam Fransız Lisesi'nden mezundu. Evde her tür müzik dinlenirdi: Opera, Türk Sanat Müziği... En büyük ağabeyim 20 yaş büyük benden. Çok iyi bir ortamda büyüdüm. Oldukça renkli, dedelerle, teyzelerle halalarla büyük bir aile... Çok keyifliydi. Hep vermekten hoşlanan bir çocuktum kendimi bildim bileli. Belli karakter özelliklerim değişmedi. Hep iyimserdim, hep güler yüzlüydüm. Normal hayatta da, bu ülkenin el verdiği ölçüde, çok neşeli ve çok iyimser bir kadınım. Güne "Evet şimdi ne yapıyoruz?" diye uyanırım. Kötü bir şey pek aklıma gelmez. Çalışkan olduğumu düşünürler ama ben çalışkan filan değilimdir. Sevmediğim bir şeyi hayatta yapmam. Sürünür durur. Oyunculuğu çok sevdiğim için çalışıyorum. Ata biniyorum, çello çalıyorum, oyunculuk için lazım diye. Ânı yaşamak lazım, üzüntüyse üzüntü, sevinçse sevinç, gözyaşıysa gözyaşı. Hayatın ne getireceği hiç belli olmuyor. Mutsuz olalım ki mutlu olmanın keyfi çıksın. Devamlı bir mutluluk çok sıkıcı olurdu herhalde.
Nokta- Mine Olgun